Keloğlan, tarhana tozunu aldığı gibi saraya gitmiş. Padişahın hastalığına çare olmaya geldiğini söylemiş, böylece girmiş saraya. Dumanı üstünde, sıcacık bir çorba pişirmiş padişaha. Padişah, çorbayı içer içmez gerçekten de iyileşivermiş!
Üç kardeşin üçü de köylerini çok severmiş. Severlermiş sevmesine ama gelin görün ki bu köy çok fakir bir köymüş. Ne uçsuz bucaksız ovaları ne de verimli tarlaları varmış. Köyde birkaç küçük ev, bir de kuru çeşmeden başkaca bir şey yokmuş.
Bu evde köye yeni taşınmış yaşlıca bir kadın yaşarmış. Köye yeni gelen bu kadının bakraçlarında da hep süt olurmuş. Gizlice evin bahçesine süzülmüş bizim tilki. Bakmış ki koca bir bakraç, içinde de sıcacık süt. Hepsini lıkır lıkır içmiş, bakracı da oracığa bırakmış, yine süzülerek kaybolmuş.
İhtiyar baba, tüm hazinesini üç kızına bırakacakmış. Ama nasıl pay edeceğini bir türlü bilemiyormuş. En küçüğe en azı, en büyüğe en çoğu mu versin? Kura mı çeksin? Hepsini toplasın üç parçaya mı bölsün?