KELOĞLAN VE TARHANA TOZU
KELOĞLAN VE TARHANA TOZU
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içindeyken ülkenin birinde bir padişah varmış. Padişah bir gün bir hastalığa yakalanmış. Gücü kuvveti yerindeymiş yerinde olmasına ama sesi hiç çıkmıyormuş. Ülkenin en ünlü hekimleri geliyor, yine de padişahın hastalığına bir çare bulamıyorlarmış. Hepsinin emin olduğu tek bir şey varmış. Böyle giderse padişah, sesini tamamen kaybedecekmiş.
Padişahın vezirleri bakmışlar ki çare yok, hemen bir tellal görevlendirmişler. Tellal, ülkenin dört bir yerinde geziyor, şöyle sesleniyormuş:
Ey ahali!
Duyduk duymadık demeyin
Peynir ekmek yemeyin
Padişahımız hasta, sesi çıkmıyor
Onu iyi edecek çareyi arıyor
Eğer varsa sizde böyle bir çare
Alın onu yanınıza, gidelim birlikte
Hizmetim boşa gider diye endişelenmeyin
Sonrasında ödül alacağınızdan şüphe etmeyin
Bizim Keloğlan da duymuş tellalı. Hemen annesine gitmiş, bir bildiği varmış elbet:
— Anne, ben hasta olunca yaptığın bir çorba vardı.
— Tarhana mı?
— Hay yaşa, tarhana! Bana ondan bir avuç verir misin?
Keloğlan, tarhana tozunu aldığı gibi saraya gitmiş. Padişahın hastalığına çare olmaya geldiğini söylemiş, böylece girmiş saraya. Dumanı üstünde, sıcacık bir çorba pişirmiş padişaha. Padişah, çorbayı içer içmez gerçekten de iyileşivermiş!
— Sen bana tarhana çorbası getirdin, ben de sana bir kâse şerbet vereceğim, deyip şerbeti Keloğlan’a uzatmış.
Hani ne diyordu tellal,
Hizmetim boşa gider diye endişelenmeyin
Sonrasında ödül alacağınızdan şüphe etmeyin
Bu muymuş ödül, diye düşünmüş Keloğlan. Yine de padişah emri bu, içmemek olmaz. Daha başka bir ödül bekliyormuş, bir kâse şerbet değil. Şerbetini içmiş, dönüş yoluna düşmüş.
Yolda, daha önce duymadığı bir ses duymuş:
— Ayağıma diken battı, çıkaramıyorum, imdat, diyormuş bu ses.
Keloğlan etrafına bakmış, hiç insan yok. Neden sonra bir yavru tay görmüş. Meğer konuşan oymuş. Keloğlan şerbetin sihrini o an anlamış, hayvanların konuşmalarını duyuyormuş artık.
Ama anlamak yeter mi? O dikeni de çıkarmak lazım. Yavru tayın ayağını acıtmadan dikeni çıkarıvermiş. Tayın annesi gelmiş, Keloğlan’a şöyle demiş:
— Ey insanoğlu. Biz ne zamandır o dikeni çıkaramadık. Sen benim yavruma yardım ettin. İzin ver ben de seni sırtıma alayım, gideceğin yere götüreyim, demiş.
Keloğlan böylece atın sırtına binmiş, yola koyulmuşlar. Yollarının üzerinde bir karınca yuvası varmış. Karıncaların lideri şöyle seslenmiş:
— Şimdi mahvolduk, yuvayı yolun üstüne yapmışız, bu insan atıyla üstümüzden geçecek!
Bunu duyan Keloğlan, hemen yolunu değiştirmiş, karıncalar da yuvalarını taşıyacak zaman kazanmışlar.
Artık hayvanların sesini duyabildiği için yavaş yavaş, dikkatle gidiyormuş. Bir ağacın altına oturup gölgesinde dinlenmek istemiş. O sırada ağaçtaki kuşların sesini duymuş:
— Çok açız, yemek bulamadık, ne yiyeceğiz?
Keloğlan’ın aklına annesinin heybesine koyduğu mısır gelmiş. Mısır tanelerini kuşların yuvalarına koymuş. Kuşlar da afiyetle yemişler.
Keloğlan artık köyüne yaklaşmış, ata teşekkür edip göndermiş, kendisi yola yaya devam ediyormuş. Birdenbire bir çukurun içine düşmüş ama ne düşmek… Çukur değil sanki uçurum, düş düş bitmemiş. Sonunda kendini hiç bilmediği bir ormanda bulmuş. Meğer burası haydutlar ülkesiymiş. Geceleri hırsızlık yapar, gündüzleri de burada saklanırlarmış. Haydutların lideri, Keloğlan’a sormuş:
— Nasıl oldu da buldun bizim gizli yerimizi? Yoksa birisi gizli kapımızı açık mı unuttu?
Keloğlan cevap vermiş:
— Bırakın beni gideyim, nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Söz, kimseye bir şey söylemem.
— Seni bırakamayız, demiş haydutların başı. Artık burada bizimle yaşayacaksın. Ama madem çok istiyorsun işte sana bir sınav.
Keloğlan’ı alıp çuval dolu bir ahıra götürmüş.
— Bu çuvallardaki buğdayları arpaları ve pirinçleri birbirinden ayır, ayırabilirsen gidersin, demiş, Keloğlan’ı oracıkta bırakmış.
Keloğlan ne yapsın, saatlerce uğraşmış, bir avuç arpa, buğday ve pirinci ancak ayırabilmiş. Yorgunluktan uyuyakalmış. Uyanınca bir de ne görsün! Tüm arpalar, pirinçler, buğdaylar birbirinden ayrılmış. Kim yaptı diye düşünürken karıncaları görmüş. Karınca beyi şöyle demiş:
- Başının darda olduğunu hissettik. Bizim de sana bir yararımız olsun istedik. Tüm gece çalıştık, bitirdik, şimdi gidiyoruz.
Haydutlar Keloğlan’ın çuvalları ayırdığını görünce gidebilirsin demişler. Gidiş yolunu göstermişler. Keloğlan bir bakmış ki dik bir uçurum, neredeyse düz duvar gibi, buradan nasıl çıksın? O esnada iki kuş gelmiş. Biri bir omzundan biri diğerinden yakalayıp yeryüzüne çıkarmışlar.
— Sen bize karnımız acıkınca yemek verdin, biz de bir iyiliğimiz olsun istedik, şimdi gidiyoruz, demişler.
Keloğlan böylece sağ salim köyüne varmış. Hem de en güzel ödülle, hayvanların dilini anlıyormuş artık.
Siz siz olun, etrafınızdaki hayvanları Keloğlan gibi dinleyin, kim bilir, belki içlerinde sizden yardım isteyen bir tanesi vardır.
KAYNAKÇA:
Masal, Masal Türkiye TÜMAK
www.masal.gow.tr