Özgeçmiş

Tiyatroya ve Ankara’ya dair zorlu bir özgeçmişin hikâyesi…

Kısa Öz Geçmiş

1964 İstanbul doğumlu, evli ve iki çocuk babası olan Mehmet Tahir İkiler, Gelenekli Türk Tiyatrosu’nda usta çırak ilişkisiyle ailesinin Turne Tiyatrosu’nda yetişmiş ve ülkemizin dört bir yanında mesleğini icra etmiştir. Ustası Hadi Poyrazoğlu, gelenekli sahne sanatlarının diploması olan ustalık payesi peştamal kuşanma töreniyle İkiler'i ustalık makamına yükseltmiştir. 1994 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkent Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği görevine geldikten sonra yazıp yönetmiş olduğu tiyatro eserlerinin yanı sıra çok sayıda geleneksel kukla, Karagöz ve ortaoyunu eserlerini sahneye çıkarmıştır. Kurucusu olduğu Başkent Tiyatrosu’nda gelenekli tiyatro üslubuyla yetiştirmiş olduğu öğrencileriyle yerli ve yabancı birçok yazarın eserlerinin sayısını her yıl arttırarak Ankaralı seyircinin müdavimi olduğu Repertuvar Tiyatrosu haline dönüştürmüştür. Bugüne kadar sahneye konulan oyunların başarıları sayesinde,“biletleri aylar öncesinden biten tiyatro” yakıştırmasıyla tanınır hale gelmiştir. Kurucusu olduğu Başkent Tiyatrosu’nda 25 yıl görev yaptıktan sonra, 2019 yılında emeklilik talebiyle görevinden ayrılmıştır.

Şu anda Muradiye Öğretim Kurumları’nda Sanat Koordinatörlüğü görevini ifa ederken Muradiye Sanat Akademisi vasıtasıyla Ankaralı gençlere kukla,Karagöz, drama ve oyunculuk eğitimleri vermektedir. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu  Yönetim Kurulu’nun 09.11.2018 tarihli ve 765/1 sayılı kararıyla Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Bilim Kurulu asli üyeliğine seçilmiştir.

 

Tiyatroya ve Ankara’ya dair zorlu bir özgeçmişin hikâyesi…

Bir rivayete göre Adana, nüfus cüzdanına göre İstanbul’da dünyaya gelmişim. Eski Türk filmlerinin en iddialı tragedyalarını aratmayacak derecede hüzünlü bir hayat hikâyesinin başkahramanı olan sarı çocuğun sanata dair meşakkatli öyküsünden bahsederek sizlere kendimi tanıtmak isterim.

Annesinin tabiriyle “sarı oğlan”, sahneye dair kara bir sevdanın döngüsünden habersiz, kimi zaman çadırda kimi zaman tiyatro kumpanyalarında usta çırak ilişkisi içerisinde yetişecek olmasından habersiz, hayal dünyasının kahramanı Kaptan Amca ile annesinin vasıtasıyla  seyyar bir tiyatro sahnesinde tesadüf eseri tanışır. Hiç ummadığı bir zamanda karşısına çıkmış olan ve ömrünün büyük bir bölümünü tiyatro turnelerinde geçirmesini sağlayacak olan gönül ustası pos bıyıklı Kaptan Amca. Alın teriyle ıslanmayan tiratların, yanık mazot rengi tahtalar üzerinde zerre kadar değeri olmayacağını öğretmeye çalışan ustası, aç kalma pahasına da olsa  ödünsüz bir emek ve mücadele olmadığı sürece o tiratların asla bir değer kazanmayacağını, sahnede pişerek görmesini sağlayacaktı. Lakin bu pişmeye katkı yapan hayal tacirliğini Hakk’ın rızasıyla hayâ önceliğini gözeterek aynasında yansıtma gayreti ön planda olmalıydı. Hayâl sahnesinde hayâdan yoksun hayâllerle yola çıkarsa hayât sahnesinde rol kapmaya çalışması dahi çok zor olacaktı. ''Hayallerimiz, bizim kim olduğumuzun aynasıdır.'' Maskelerin arkasına gizlenmeye çalışıyor olsa da aynalar ona asla yalan söylemezdi...

Sarı oğlan hayal tacirliğine soyunmak istiyorsa ustalarının sahneye emanet ettiği alın terini takip etmesi gerekiyordu. Gerekirse en büyük acıları çekme pahasına o izleri takip ederek sahnenin en yüksek makamı olan hayalbazlığa ulaşabileceğini öğrenmişti.

O makama yükselebilmek için çocukluk hayallerinden gözyaşları içinde vazgeçmek gerektiğini sonradan öğrenecekti. Turnelerde yaşanan sefaletler yüzünden uzunca bir süre hayal tacirliğinden korkar olsa da hayalbazlık makamına yükselmekten asla pişman değildi. İki lokma ekmek için göçebe kuşlar gibi gezinmek, çadır tiyatrolarında çocuk olmak kolay değildi. Ama o, zor olanı kolaya çevirmek için, gittiği her şehri arkadaşları farz ederdi. Bacak kadar boyuyla şehrin sokaklarında kaybolma pahasına dolaşıp yeni şeyler öğrenir ve her öğrendiğini hayallerine nakşederek turneleri eğlenceli hale getirirdi.

Şehrin panayır meydanına ustalarının kurduğu çadır tiyatrosunun siftah gösterisinin olduğu günün akşamına kadar şehir hakkında çok şeyler öğrenirdi. Çadırdaki ilk gecenin heyecanının oyuncu ağabeylerinin yüzüne gülümsemeyle yansımasından dolayı o gecenin olmasını iple çekerdi. Çadırın girişine bayrak asılması için dikilen direklere çekilen iplerde çamaşır gibi asılan sarı renkli lambaların şehri renk cümbüşüne dönüştürmesi onu çok mutlu ederdi. Sarı lambalar yandığında sinekler çadırı toplanma merkezi haline getirseler de o şehrin insanlarına adeta “Hey, millet!Bu çadırda ışık var, hayat var.” diyerek sarı lambaların etrafında sanki hep birlikte halay çekerlerdi. Akşam ezanı okunduktan sonra panayırda hareketlilik başlar ve çadırın önündeki yükseltiye İbiş Amca çıkıp elindeki huniye benzer borudan seslenerek “Başlıyor, başlıyor; yetişen seyrediyor, yetişemeyen seyredemiyor.” diye çığlıklar atardı. İbiş Amca, tiyatronun en komik oyuncusuydu ama komikliğini alkol aldığı günlerde sahnede ortaya çıkardığı için sahnedeki o haliyle onu çok severdi. Oyun bittiği an suratındaki maske düşüp kavgacı, geçimsiz bir ihtiyarı ortaya çıkardığı için o sempatik İbiş Amca geri gelsin diye oyun gecelerini iple çekerdi.

Kırmızı burnuyla elma yanaklarını gören seyirciler, çoğu zaman onun çağrı sesine fırsat vermeden çadıra doluşur ve yer kapma telaşına düşerdi. Çadırdaki katlanır sandalyelerin açılma seslerininşiddetlenmesi, seyircilerin yerlerine oturduklarının işaretiydi ve sarı oğlan, annesinden gelen emirle, sahne altında hazırlanan döşeğine geçer ve uyku arasında ninni vazifesi gören oyun seslerini sıkıştırırdı. Sarımtırak şilteler üzerine uzandığı zaman, belki aralıkların arasından ışıklar sızan tahtaları görüyordu ama o anları iple çekerdi. Tahtırevan rüyalara ev sahipliği yapan o zift kokulu tahtalar, seyirciler için belki bir sahneydi ama onun için canlı sinemaya ev sahipliği yapan kelebeklere ev sahipliği yapan yatakhanesiydi. Pos bıyıklı amcanın tabiriyle, o kara tahtalar onların nafaka teknesiydi ve oyuncu ağabeylerinin alkış karşılığında tüm yüklerini sırtlayan ömür törpüsü çile yumağı bir hazineydi.

Oyuncular rengi zifte çalan tahtalar üstünde, iki lokma ekmek fiyatına rollerini parlatırken o, hazinenin altında uykuya geçme sırasını bekleyen kader mahkûmuna dönerdi. Annesinin sahnede yürek dolusu hıçkırıklarını duyduğu an, sahne altındaki sarımtırak şiltesine gömülüp uykunun misafir olmasını beklemeden gözlerini kapardı. Lakin uyumak ne mümkün!Seyircilerin ıslık ve bağrışmaları yükseldiğinde kötü adamın sahnede entrikalar çevirmeye başladığını anlardı. Bu seslerden korktuğunu bilen annesi kostümlerini giymiş, makyajını yapmış bir vaziyette yanına gelir ve sahneye çıkana kadar, sımsıcak kollarıyla  güneş kokan tebessümüyle onu sarıp sarmalardı. İbiş Amca, perde arasından eğilip “Ekip, ne bekliyorsunuz? Haydi, herkes yerine!” dediği vakit annesi yanından ayrılırken her zaman tehditle karışık bir nasihat cümlesi ağzından dökülürdü:“Bak, sarı oğlan!Oyun bittiğinde uyumadığını görürsem yarın benimle birlikte sahneye çıkarsın, ona göre!” Sahneye çıkma korkusu onu uysal bir kedi haline getirir,“Tamam anne.” diyerek şilteye gömülmesini sağlardı. Sahne üstünde oyun devam ederken o, şiltesine sırt üstü uzanmış, sahne tahta aralıkları arasından sinema perdesinde görünen oyuncular gibi onları izler ve replik sırasına göre seyircilerin kahkahalarını takip ederdi. Eğer İbiş Amca’nın sözlerinden sonra seyircilerden kahkaha sesi gelmiyorsa  ters giden bir şey  olduğunu anlar ve ne olacağını merakla beklerdi. Oyunu o durumdan kurtaran kişi, genellikle çadırın patronu olurdu ve unuttukları sözleri sahne arkasından hatırlatırdı. Çoğu zaman sarı oğlan, sarımtırak şiltesinde dizlerinin üzerine çöker ve oyuncuların duyabilmesi için dudaklarını tahta aralığına yaklaştırıp onların sözlerini kendilerine tekrar ederdi. Oyuncuların yere tebessümle baktıkları vakit vazifesini yere getirmenin rahatlığıyla gülümseyerek döşeğine uzanırdı. Bir keresinde hokkabaz amcanın sihirbazlık numaralarını öğrenmek için tahta aralığına burnunu sıkıştırmış vaziyette onu izlerken hokkabazın simsiyah gözleriyle tahta aralığına eğilmiş bir vaziyette ona baktığını görüp şiltesine gömülüvermişti. Hokkabaz sihir numaralarını öğrenmesini istemese de sihirbazlık hilelerini öğrenmişti. Öğrendiği bir başka şey daha vardı, o da kara tahta aralıklarına gözünü(burnunu) izinsiz sokmaması gerektiğiydi. Bu sebeple kara tahtalara fazla yaklaşmadan, yattığı yerden, aralıklar arasında süzülen kelebeklerin uçuşmasını izlerdi. Hele pos bıyıklı Kaptan Amca ve annesi  sahne üstünde dans ederek düete başladığı vakit saz ekibinin nağmeleri eğlenceli bir şekilde yükselir ve alın terinden dökülen toz parçaları tahta aralıkları arasından süzülerek ona doğru düşen minicik kelebeklere dönüşürdü. En eğlenceli tarafı ise avuçlarıyla yakaladığı kelebeklerin kaybolması oyunuydu. Dökülen toz parçalarının ağırlığına göre sahneye hangi oyuncunun çıktığını hisseder ve onların sahnede söyledikleri replikleri tekrar ederek kelebekleri yakalamaca oyunu oynarken hülyalı uykusuna çoktan teslim olurdu.

Sabahın ilk ışıkları yüzüne yansıdığı vakit, çadırın yan tentelerinin yukarı kaldırılma vaktinin geldiğini anlardı. Annesi,“Kalk oğlum, güneşi içimize çekelim.” diyerek onu kucağına alıp dışarı çıkarırdı. Çadır tentelerinin sabah neden açılması gerektiğini annesi şöyle ifade etmişti:“Sarı oğlan, akşamdan arta kalan nefesler rutubet olarak çadıra yapışır ve tenteleri açmazsak ekmek teknemiz olan çadır çürür.” Çadır tentelerinin erkenden açılmasına kızıyor olsa da açılan çadır sayesinde serin rüzgârlar kirpiklerine günaydın öpücüğü kondururdu. Şehrin renkli sokakları, tenteler açıldığında ona “Hadi gel, dolaş arkadaşım, keşfet bizi.” diyerek onu davet ederdi. Bazı sabahlar şehirden davet gelmediği an, arkadaşı şehirden ayrılma vaktinin geldiğini anlardı. Bir gece önce oyuncu ağabeylerinin en komik şakaları orayı harman yerine çevirmişken ertesi sabah, ne hikmetse, şehir ve çadır matem havasına bürünüveriyordu. Meçhul bir şehre gitme pahasına, replikler ve tiratlar çadır bezleri arasına sıkıştırılarak kamyona yükleniyordu. Acısıyla tatlısıyla, vedalarıyla hayallerine ev sahipliği yapan seyyar gecekondu tiyatroları sarı oğlana çok şey öğretecekti. Onun sahneye çıkma korkusunu yeneceği yegâne yer çadır tiyatrosuydu ve oyunculuğa merhaba diyeceği günlerin  provasına farkında olmadan imkân veriyordu.

 

Sahne altı tahterevallisinden sahne üstü hayallerine yükseliş

Anadolu’yu bir uçtan bir uca karış karış gezen kumpanyalar ve cambazhaneler sayesinde oyuncuların, hokkabazların ve meddahların tiratlarını küçük yaşlarda sahne altında izlerken, yaşı ilerledikçe perde arkasından takip etmeye başlamıştı. Sahne arkasına geçtiği vakit, kuliste onu sessiz ama sert bakışlarıyla  takip eden kocaman, geveze, ipli kuklalar hayatına dâhil olmaya başlamıştı. Ailesi hayat şartları nedeniyle neredeyse karın tokluğuna sahneye çıkarken çoğu zaman yanlarında o çatık kaşlı kuklalar vardı. Oyuncuların tiratları çadır tiyatrolarından uzaklaşıyordu ve ailesi için çadır hayatı gittikçe zorlaşıyordu. Misafir oldukları şehirler artık sarı oğlanın arkadaşı olmaktan çıkar olmuştu. Panayır yerine kurulan çadır tiyatrolarına artık eskisi gibi ilgi gösterilmiyordu ve bu sebeple oyuncuların tiyatro yapabilmeleri zorlaştığı için çadır tiyatroları kapanmaya yüz tutuyordu.

Oyuncular, her zerresine kadar tam bir emekçiydi ve çadır tiyatrolarının dışına taşan şöhret albenileri olmadığı için gittikleri şehirlerde hayran kitleleri hiç olmuyordu. Çadır tiyatroları kapanmaya başlayınca tiyatro salonu olan şehirlere öncelik veriliyordu. Ama o vakitler, birkaç şehir hariç, hiçbir şehirde tiyatro salonu bulmak hiç de kolay değildi. Bu sebeple çoğu zaman düğün salonlarında ve çay bahçesi veya eskisi gibi mekânı geniş kahvehanelere sahne kurulmaya başlanmış, üç naylon terlik fiyatına ve üç beş alkış nispetinde en değerli hayaller satılır hale gelmişti. Tiyatro kumpanyaları artık şehirde kıraathaneden bozma çay bahçelerine sahne kurmaya başlamışlardı. Kiralık olarak getirilen traktör römorklarının kasalarından seyyar sahneler kurmak kolaydı ama  açık havada seyirciyi alana doldurmak çok zordu. Sahne kurulduktan sonra sahneye konulacak oyunu şehre duyurmak için civar köylerden getirilen eşeğe tiyatronun en komiği olan emektar İbiş Amca ters biner ve elindeki kocaman hunisiyle şehri bir baştanbir başa eşek sırtında dolaşarak oyunun reklamını yapardı:“Ey ahali, duyduk duymadık demeyin!Bu akşam, komik-i şehir İbiş Amca’nın başrolünü oynadığı ‘İki Kayıp Kardeş’ oyunu, filanca çay bahçesinde saat sekizde sizleri bekliyor; yetişen seyrediyor, yetişemeyen seyredemiyor…” Bu duyurular işe yaramaz ise at arabası kiralanır,Kaptan Amca arabanın kasasına sırtüstü yatar, elindeki kuklaları dışarıdan gözükecek şekilde oynatırdı. İbiş Amca, at arabasının kasasına elleriyle çizdikleri afişleri asar, kuklalar arabada oynarken o elindeki huniyle arabanın arkasından şehre duyurular yapardı.

Tiyatro kumpanyası çok kalabalık olmadığı sürece genellikle tek çocuk olarak sarı oğlan olurdu. Çadır tiyatrosu döneminde tiyatronun etrafında dolaşmasına izin verilirdi ama artık annesi, şehirde kaybolur düşüncesiyle, sarı oğlanı çay ocağından bozma küçük bir kulis odasına etrafından uzaklaşmasın diye neredeyse iple bağlardı. Çadır tiyatrosunun sahne altındaki sarımtırak şilteler ve kostümler yoktu ve her şeyden önemlisi, tahtaların aralıklarından süzülen kelebekleri artık onun için kanat çırpmıyordu. Küçük bir kulise mahkûm olurken kulis arkadaşları duvarda asılı olan çatık kaşlı, ipli kuklalardı artık. Eskiden oyuncular, hokkabazlar alkışın en büyüğünü alırken şimdi en çok alkış alanlar kuklalardı ve içten içe onları çok kıskanıyordu ama belli etmiyordu. Duvarda asılı duran ipli kuklalar, sarı oğlanın onları kıskandığını hissediyorlardı ve bu sebeple sert ve kıskanç bakışlarını üzerinden bir türlü eksik etmiyorlardı. Mahkûm olduğu kuliste, sırf onların bu bakışlarını görmemek için, onlar gibi sandalyede uzunca bir süre hiç mimiksiz otururdu. Ola ki dalgınlığına gelip kıpırdadığı zaman gözlerini ona dikiyorlardı. Ara sıra, göz ucuyla, belli etmeden onlara bakar ve onların neden ona ters baktığını anlamaya çalışırdı. Eğer bakışlarını değiştirmezlerse her zamanki hışımla  ayağa kalkarak bir patron edasıyla kuklaların yanına gidip ona bakmamaları için kafalarını başka yöne çevirirdi. Zamanla onlardan  korkmamayı öğrenmişti çünkü biliyordu ki onlar kuklaydı ve ağızları var ama dilleri yoktu. Onların yalnızlığına üzüldüğü vakit kafalarını çevirmez, ona bakmalarına fırsat verirdi. Bu sayede çatık kaşları kaybolmuştu ve ona artık tebessümle bakar olmuşlardı. Bazen onlara burnunda tüten İstanbul sedasına dair yürek yangını özlemlerini anlatırdı. Kocaman sevimli kuklaların aslında çok iyi birer sırdaş olduklarını anlamıştı ve onlara üstü kapalı tüm hayallerini anlatırdı. Mesela en büyük hayali, bahçesi olan bir evde yaşamaktı ve hemen yanı başında bir okul ve sınıf arkadaşları olmalıydı. Hayallerinin gerçekleşmeyeceğini bilsede sırdaşlarına kırmızı bir bisikleti olmasını istediğini ve onunla çadır tiyatrosu dönemindeki şehirlere gidip arkadaşlarının sokaklarını baştan aşağı nasıl gezeceğini ağlayarak anlatırdı. Çay bahçesine kurulan sahnede oyun sona erdiğinde oyuncular kulise döner, kostümlerini çıkarıp hemen dışarı çıkarlardı. Ama annesi, dışarı çıkmadan, duvarda asılı duran sırdaşı kuklaları eline alıp iplerini oynatma tahtalarına sarar ve onları ikiye katlayarak rutubet kokan sandıklara yerleştirip kapağını kapatırdı. “Hadi sarı oğlan, çıkıyoruz.” dediğinde o bir süre sandıkların yanından ayrılmazdı. Dışarı çıktığında ise kapıya kulağını dayar, sandıktan gelecek sesleri duymak için beklerdi. Akşam olup otele döndüklerinde ise aklı her zaman sandıklara tıkılan arkadaşlarında kalırdı.

Bir keresinde, arkadaşlarının tıkıldığı sandıkta neler hissettiklerini anlamak için karanlık sandığa girerek kapağını kapatıp kuklalar gibi bir süre öylece içinde beklemişti. Bu sayede, sandıktan yayılan naftalin kokusunun karanlıklardan gelen mistik bir rahiyası olduğunu düşünerek o kokuya karşı büyük bir ilgisi oluşmuştu. Onlar gibi hissedip onlar gibi düşünmeye çalıştığı günlerde, hayatın ve nefes almanın değerini kukla arkadaşları sayesinde anlamış ve insanlarla duygudaşlık yapabilmenin ilk denemesini kukla arkadaşları üzerinde gerçekleştirmişti. Bir gün tüm insanlar, o kuklalar gibi, perde kapandığında rutubet kokulu o sandığın içine gireceklerdi. Duvarlara asılı olsalar da arkadaşlarının ellerini tutup hayallerinin en renkli sokaklarında onlarla birlikte  gezerken onları kıskanan gözlere bir güzel hava atardı. Öncesinde hayallerinin sırdaşı olan ipli kuklalar zaman içerisinde iş arkadaşı olmaya başladığında zaman hızla geçmiş, arkadaşlarının tebessümleri kaybolmuştu. Artık sahne korkusu geçmişti; tıpkı onlar gibi sahneye çıkıyor ve seyircilerin bakışlarından ne korkuyor ne de utanıyordu. Hayal tacirliği yapan ailesine nazire yaparcasına, üç on paraya hayal satıp bir anda girivermişti tiyatro dünyasına. İşi çok zordu, biliyordu çünkü ülkesinde Hakk’ın rızasıyla hayâlbaz ve meddah olmak hiç kolay değildi.

 

Hayâl peşinde koşan çarıksız bir tabanın hayalleri gerçek oluyor

1994 yılında Ankara’da göreve başladığımda Gelenekli Tiyatro’muzun baş aktörleri olan kukla, Karagöz, ortaoyunu gibi değerlerimize ne yazık ki başkent Ankara ilgisizdi. Geçmişte yaşadıklarımdan aldığım derse binaen söylüyorum, Ankara’nın bu ilgisizlikte bir suçu yoktu. Toplum olarak Batı’ya verdiğimiz değer nispetinde, gelenekli sanatlarımıza yani kendi kültür anlayışımıza yabancılaştırılmıştık. Ustalarımdan edindiğim Gelenekli Tiyatro tekniğiyle sahneye koyduğum ilk eser, tahmin ettiğimden fazla  bir beğeni kazanmıştı. Öğrencilerimin yüzündeki başarı sevinci, Ankara seyircisine güvenmemi sağlamıştı. Öğrencilerim dâhil Ankaralı seyircilerimiz hayatlarında bir kez dahi görmedikleri, bilmedikleri için Gelenekli Sahne Sanatı’na ilgisiz kalmaları elbette onların suçu olamazdı. Birileri suçluydu ve suçu devleti yönetenlerin basiretsiz tutumlarına bağlamak çok kolaydı ama bu konuda sanatçı büyüklerim dâhil, Gelenekli Sahne Sanatlarımıza dair kimse cesaret edip de hak arama kaygısına düşmüyordu çünkü hemen hepsinin kaygısı ‘ekmeğimi nasıl kazanırım’dı. Hak arama hakkının öncelikli olarak usta sanatçılarımızın olması gerekiyordu. Lakin ustalık makamında işini hakkıyla yapan ustalarımızın sesleri şöhretli olmamaları, yaşlı olmaları ve sayılarının bir elin parmakları kadar az olmasından dolayı  isteseler de duyulmuyordu. Ustalarımızın maddi zorluklar sebebiyle çırak yetiştirme imkânları da olmadığı için halkımızın kendi öz sanatına yabancı kalmasının önüne geçebilmek de gittikçe zorlaşıyordu. Gelenekli Türk Tiyatrosu’ndaki sanatçı boşluğunu doldurmak için eski anlayışla yetişen hayâl tacirlerine yani hayâlbazlara ihtiyaç vardı.

Rabb’imin bahşettiği sanatımın alın teri olan yeteneğimi öğrencilerime aşılayarak bu boşluğu Ankara’da göreve başladığım için belki ben bir nebze doldurabilirdim. Ustalarımın hayal dahi edemediği bu makam, Gelenekli Sahne Sanatlarımızın geleceği için çok önemliydi.

Batı kültürüyle alt yapısı oluşturulmuş sahne sanatlarının anlı şanlı teknikleriyle taçlandırılmış konservatuarlarda eğitimim olmadığım gibi, insanların hor baktığı çadır tiyatrolarından gelen bir hayâlbaz olarak,tiyatro yöneticiliğine oldukça yabancıydım. Ben eğer tiyatromda öğrenci yetiştireceksem onlara sahne geleneklerinde yetişerek öğrendiklerimi aktarmalıydım. İlk zamanlar öğrencilerimi Gelenekli Tiyatro konusunda ikna etmekte çok zorlandım.

Bir gün öğrencilerimi toplayıp onlara “Benimle ortaoyunu, kukla ve Karagöz yapmak isteyen kim varsa peşimden gelsin.” dediğimde onların banaşaşkın bakışlarını bugün bile hâlâ unutamam. Öğrencilerim televizyonlardan gördüklerikadarıyla kukla ve Karagöz’ü bir şekilde biliyorlardı ama mimiklerinin ardına saklanmış olan şüpheyle“Hocam,orta oyunu ne?”sorusunu sormasalar da bu soru belirgin bir şekilde yüzlerinden okunuyordu. Ertesi gün söylemiş olduğum saatte üç öğrencim kapımı çalmıştı. Onlarla ortaoyunu ve kukla yapmaya karar verdiğimde aslında bugünün Başkent Tiyatrosu’nun temelini atmış oluyordum. O günlerde seyirci bulmakta zorlanırken,Gençlik Parkı’nda ellerimizdeki megafonla duyuru yaparak salona seyirci toplarken bugün iki ay sonrasının biletleri hızla tükenen bir Repertuar Tiyatrosu haline dönüştük. Bu başarının temelinde, Gelenekli Türk Tiyatrosu’nun şemsiyesi altında, usta çırak ilişkisi içinde gençlere öncelik vererek, onların sahnede alın terleriyle ve her şeyden önce hakkı hakça gözeterek büyümelerini desteklemeye çalışıp hayâlbaz olmalarını sağlamamvardı. Geçmişte ustalarımın çırak yetiştirme konusunda ne kadar cimri davrandıklarını gördüğüm için tiyatromu çadır tiyatrolarındaki ustalarımın şefkatine denk bir özveriyle baba ocağı haline dönüştürmek için elimden gelen gayreti sarf ettim. Onlar benim yetiştiğim kara tahtalarda yetişmemiş olsalar da, onları gerek sokaklarda gerekse parklarda halkın bizzat arasında yetiştirmeye çalışıp usta çırak ilişkisi ölçüsünde öğrencilerimi evlatlarım gibi görüp bazen döverek(kaba kuvvet değil) bazen de severek hayâl tacirliğine aday haline getirmiştim. Çadır tiyatrolarında yetişmeme sebep olan zift kokan o tahtaların kokusu halen burnumda tüterken kukla arkadaşlarımın bana gösterdiği şefkati bende öğrencilerime şefkatli bir kuklacı inceliğiyle gösterebilmeye gayret ettim.

Gelenekli Tiyatromuzun gelişmesi adına, çadır tiyatrolarının bir hayâlbazı olarak üstüme düşen her sorumluluğu alarak,hayâl tacirliğine soyunan öğrencilerime hayallerimi yükleyebilmek için gerektiğinde kan revan içinde kalan yüreğimden süzülen gözyaşlarımı içime atma pahasına mücadele ettim ve bundan sonrada edeceğim inşallah. Hayâl tacirliğine soyunan öğrencilerimin başarılarını gördükçe bugün, iyi ki Ankara’ya gelmişim, diyorum. Mesleğimi acıyla ve dertle yüreğime bahşeden Rabb’ime şükürler olsun ki sanatımın alın teriyle iyi ki Ankara’ya tutunmuşum. Bendeniz hayâl peşinde koşan çarıksız bir taban, anakaram olarak gördüğüm Ankara’yı tanımamış olsaydım, emin olun, sanatımda ne kimse beni tanırdı ne de ben bu kadar dost yürekli seyirciyi sanatım sayesinde tanırdım.

Uzun bir özgeçmişi elimden geldiğince hikâye tadında anlatmaya çalışmam,çadır tiyatrolarının zift kokan tahtaları arasında yetişen bir hayâlbaz olarak,sanat hayatımın gelişmesine renk ve güç katan ve sahnede beni, ben yapan Ankara’ya çok şey borçlu olduğum içindir.

“Ben, sanatı satır aralarında gizlenen kelimelerde bulmadım... Ben, sanatı rahmetli anamın, babamın sahneye akıttıkları alın terinin izinde buldum...’’

 

Geleneksel Türk Tiyatrosu’na dair son sözüm...

Kukla ve Karagöz eserlerinde geleneksel metotları kullanarak oyunları sahnelerken her sene açmış olduğum kukla, Karagöz ve tiyatro kursları sayesinde sayısız öğrenci yetiştirmenin kıvancını yaşıyorum. Profesyonel sahne hayatına dâhil olduğum andan itibaren, ustalarımdan edindiğim bilgileri oyunlarıma yansıtmaya çalıştım. Kuşandığım ustalık makamının hakkını verebilmek için elimden geldiği kadar gençlere geleneksel sanatlarımızın inceliklerini sahnede yol göstererek öğretmeye ve onları yetiştirmeye çalıştım.

Öğrencilerim istidadımın gölgesinden çıkıp kendi yetenekleriyle sahnede kanat çırpmaya başladıklarını gördüğüm anda, ustalık payesi olan peştamallarını seyircileri önünde kuşandırıp gönül rahatlığıyla uçmalarını sağladım. Kültür Bakanlığı Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcıları Listesi’ne kendi kanatlarıyla dâhil olan çok sayıda öğrencim, ülkemizin dört bir tarafında mesleklerini faal olarak sürdürmektedir.

Kültürel Miras Taşıyıcıları Listesi’ne dâhil olan öğrencilerimden örnek isimler:

Dr. Erdinç Öcal, Serkan Öztürk, Korhan Tuçdan, Halit Eker, İshak 2. Tekgül, Serkan Yaşar, Şevket Çetin, Serkan Bilgin, Şafak Poyrazoğlu.

 

YAZDIĞIM TİYATRO OYUNLARI

  • Asr-ı Saadet (Hz.Muhammed s.a.v.)
  • O Nefeste Gizli Her Şey (Hacı Bayram-ı Veli)
  • Nâr-ı Aşkın Yolcuları (Mevlana ve Şems)
  • Bize Gelen Bizdendir (Ahi Evran)
  • Kim Demiş Karanlık (Âşık Veysel)
  • Vatan için (Sarıkamış Şehitleri)
  • Bir Rüyadır Kıbrıs (Hala Sultan)
  • Yaşamın Kıyısında (Komedi)
  • Ah Keşke (Komedi)
  • Kadınlarımız (Komedi)
  • Aşkın Efendisi (Âşık Paşa)
  • Dostlar Beni Hatırlasın (Âşık Veysel)

 

YAZDIĞIM KUKLAVE KARAGÖZ OYUNLARI

  • Çeşme Başı Cazuları (Karagöz Oyunu)
  • Kocaman Geveze Kuklalar (Kukla Oyunu)
  • Sihirli Zurna (Kukla Oyunu)
  • Nasrettin Hoca (Kukla Oyunu)
  • Ben Kukla Değilim (Kukla Oyunu)
  • Kalbi Çalınan Köy (Çocuk Oyunu)
  • Dikkat Karagöz Geliyor (Karagöz Oyunu)
  • Ormanların Efendisi (Kukla Oyunu)
  • Karagöz Sevimli Kahramanlara Karşı (Karagöz Oyunu)
  • Kayıkçı Sefası (Kukla ve Karagöz Oyunu)
  • Sihirli Zurna (Mehmet Tahir İkiler)
  • Eyvah Kümeste Tilki Var (Kukla Oyunu)

 

YÖNETTİĞİM TİYATRO OYUNLARI

  • Ağaçlar Ayakta Ölür (AlejandroCasona)
  • Çocuğum (Margeret Mayo)
  • Kadınlarımız (Mehmet Tahir İkiler)
  • Aşkın Efendisi (Mehmet Tahir İkiler)
  • Dostlar Beni Hatırlasın (Mehmet Tahir İkiler)
  • Kaldırımların Çileli Yolcusu (Necip Fazıl Kısakürek)
  • Lütfen Komedi (Mehmet Tahir İkiler)
  • İpini Koparanlar (İllüzyon)
  • Ocak (Turgut Özakman )
  • Çıkmaz Sokak Çocukları (LyleKessler)
  • Kuklacı (GardnerMckay)
  • Bir Başka Zaman (Orta Oyunu )
  • Hızır Doktor (Erhan Bener)
  • Haydi Karına Koş (Ray Cooney)
  • Hişt Hişt (Sait Faik Abasıyanık)
  • Salaklar Sofrası (Francis Vebel)
  • Pusuda (Cahit Atay)
  • Bir Adam Yaratmak (Necip Fazıl Kısakürek)
  • Siyah Pelerinli Adam (Necip Fazıl Kısakürek)
  • Tohum (Necip Fazıl Kısakürek )
  • Su Gelince (Remzi Özçelik)
  • Duvarların Ötesi (Turgut Özakman)
  • İntifada, Maskeliler (İlanHatsor)
  • Bir Evlenme Teklifi (Anton Çehov)
  • Bal Sineği (Aydın Arıt)
  • Başka Dünyanın İnsanları (Polat Bülbüloğlu)
  • Bir Genç Kızın Rüyası (Anonim)
  • Lades (Anonim)
  • Direkler Arasında Kaybolanlar (Orta Oyunu)
  • Hikâyeci (Meddah)
  • Asr-ı Saadet (Mehmet Tahir İkiler)
  • O Nefeste Gizli Her Şey (Mehmet Tahir İkiler)
  • Nâr-ı Aşkın Yolcuları (Mehmet Tahir İkiler)
  • Kim Demiş Karanlık (Mehmet Tahir İkiler)
  • Bize Gelen Bizdendir (Mehmet Tahir İkiler)
  • Vatan için (Mehmet Tahir İkiler)
  • Yaşamın Kıyısında (Mehmet Tahir İkiler)
  • Ah Keşke (Mehmet Tahir İkiler)
  • Bir Rüyadır Kıbrıs (Mehmet Tahir İkiler)

 

YÖNETTİĞİM KUKLA VE KARAGÖZ OYUNLARI

  • Çeşme Başı Cazuları (Karagöz Oyunu)
  • Kocaman Geveze Kuklalar(Kukla Oyunu)
  • Nasrettin Hoca (Kukla Oyunu)
  • Ben Kukla Değilim (Kukla Oyunu)
  • Kalbi Çalınan Köy (Çocuk Oyunu)
  • Dikkat Karagöz Geliyor (Karagöz Oyunu)
  • Ormanların Efendisi (Kukla Oyunu)
  • Karagöz Sevimli Kahramanlara Karşı (Karagöz Oyunu)
  • Kayıkçı Sefası (Kukla ve Karagöz Oyunu)
  • Sihirli Zurna (Mehmet Tahir İkiler)

 

ROL ALDIĞIM OYUNLAR

  • Ramazan ve Cülide (Erhan Gökgücü)
  • Nâr-ı Aşkın Yolcuları (Mehmet Tahir İkiler)
  • Bize Gelen Bizdendir (Mehmet Tahir İkiler)
  • Kim Demiş Karanlık (Mehmet Tahir İkiler)
  • Haydi Karına Koş (Eric Morris)
  • Salaklar Sofrası (Francis Veber)
  • Bir Adam Yaratmak (Necip Fazıl Kısakürek)
  • Kuklacı (GardnerMckay)
  • Asr-ı Saadet (Mehmet Tahir İkiler)
  • O Nefeste Gizli Her Şey (Mehmet Tahir İkiler)
  • Vatan için (Mehmet Tahir İkiler)
  • Yaşamın Kıyısında (Mehmet Tahir İkiler)
  • Bir Rüyadır Kıbrıs (Mehmet Tahir İkiler)
  • Siyah Pelerinli Adam (Necip Fazıl Kısakürek)
  • Tohum (Necip Fazıl Kısakürek)

 

Yorumlar
Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

 
187 kez görüntülendi