MEDDAH HİKAYESİ

“ İsraf etmede hayır, hayırda israf olmaz. ''

 ISRAF ETMEDE HAYIR, HAYIRDA İSRAF OLMAZ. 

Meddah: Huzuru hazirun, cemiyeti irfan, laindir, münafıktır, dinsizdir, kafirdir şeytan, şeytanın lainliğine münafıklığına dinsizliğine, Rahmanın Birliğine ve bizleri seyreleyen hanımefendilerin, beyefendilerin, küçükhanımların, küçük beylerin sıhhatine sağlığına diyerek başlayalım söze…

    İsim isme, cisim cisme, semt, semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer demişler. Geçen vakti doğru kullanmadın mı zamanı israf edersin demişler, iyi demişler, doğru demişler.

    Şimdi Canlar; Zamanım çok kısıtlı lafı uzatmadan hemen sadede geleyim. Yaş almış dedeler, nineler, anneler, babalar çok iyi bilirler. Bizim çocukluğumuzda her şey çok kıymetliydi. Yiyecek, içecek, yakacak kısaca söylemek gerekirse; yaşamımız için gereken ne varsa çok değerliydi. Bu sebepledir ki büyüklerimiz asla israfa izin vermezlerdi.  

 

      Efendim zamanın bediisinde yer sofrasında yemek yerken annemin söylediği o meşhur söz aklıma geldi. ‘’ekmek kırıntısı bırakma, peşinden ağlar yoksa…’’ Çocuk aklımla bu nasihati çok sık duyup sıkıldığım için bir gün önümdeki kırıntıları avucuma toplayıp anneme uzatmış ‘’hani hiç biri ağlamıyor’’ dediğimde enseme şaplağı yemiştim. O gün sofrada yediğim o şaplağın acısını unutmuştum. Lakin yıllar sonra televizyonda, Afrikalı çocukların ekmek kırıntısı için dahi olsa nasıl ağladıklarını gördüğümde o şaplağın acısı yüreğime oturmuştu.  

 

      Belki o günlerde eğrisiyle, doğrusuyla tutumlu olmayı annelerimizin ensemize kondurduğu şaplakla öğreniyorduk. Ama bugün şükürler olsun ki sadece annelerimiz değil, öğrencilerimize okulda öğretmenleri, meslek öğrenmeye giden çıraklara ise ustaları tezgâhta; ‘tutumlu olmak ve israf yapmamak’ konusunu mutlaka öğretiyorlar. Lakin bazen nasihatler laf aramızda, bir kulağımızdan giriyor öbüründen çıkıyor.

   İsrafın kıymetini bilen bir baba oğlunu sürekli sıkıştırıp ‘’Bak oğlum tertipli, düzenli, disiplinli ve tuttuğunu koparan bir iş adamı olmak istiyorsan arı gibi çalışmalısın ve sürekli üreten olmalısın ama asla israf etmemelisin'' diyordu, diyordu ama oğlu ne yazık ki bu nasihatlerden çok sıkılmıştı ve babasına fazla belli etmemeye çalışıyordu. 

 

       Bir gün yine Baba oğlunu karşısına aldı ‘’Bak oğlum sana peygamber efendimizin bir kıssasını paylaşacağım çok iyi dinle. Hz. Muhammed(s.a.v) sahabelerinden birisi abdest alırken çok su kullandığını görünce sevgili peygamberimiz müdahalede bulunur, “Bu yaptığın israftır”. Sahabe mahcup bir şekilde sorar, “Ya Allahın resulü; Abdestte israf olur mu?” Sevgili peygamberimiz o nur kokan tebessümüyle şöyle buyurmuştur; “…Evet. Akmakta olan bir nehir kenarında olsanız da”. İsraf edercesine suyu harcamanız israf olur diye buyuruyordu.

     Oğlu babasının anlattıklarını şaşkın bir vaziyette dinliyordu. Baba: Gördün işte oğlum suyun gereğinden fazla kullanılması abdestte bile bir israftır ve bunun, suyun azlığı ya da çokluğu ile bir ilgisi yoktur. Akmakta olan bir nehir kenarında dahi su ancak ihtiyaç kadar kullanılmalıdır.  Elbette nehirdeki suyun bitmesi veya azalması söz konusu değildir, şüphesiz Sevgili Peygamberimizin elde etmek istediği netice; israf etmeme şuurunu bizlere öğretmek istemesidir.

    Canlar; düşünsenize nehir kenarında abdest alırken dahi su israf edilemeyecekse, israf edilebilecek tek bir şey kalır mı şu kavanoz dipli dünyada? kalmaz elbette. Ama gel gelelim bu nasihatleri çok dinleyen oğlu disiplin kokan bu uyarılardan ve kurallardan bıkmıştı.

 “Diş fırçalarken suyu açık bırakma”

“Salondan en son kim çıktı? Işıklar neden açık”

“Makası neden yerine bırakmıyorsun?” gibi babasının ikaz ve söylemlerine artık dayanamıyordu. Ve evi terk etmeye karar vermişti.

Sabah bir iş görüşmesine gidecekti ve eğer kabul edilirse aile evini bırakıp, kedisine bir ev kiralayacaktı. Artık kendi hayatını yaşamak istiyordu. Sabah, babası onu kapıda uğurladı. ''Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum'' dedi.

    Delikanlı görüşmenin yapılacağı adrese gelince şaşırmıştı. Koca müessesenin kapısında bekçi yoktu. Üstelik bahçe kapısı ardına kadar açıktı tam içeri girerken sürgülü kapının kilidinin o koskocaman demiri dışarıdaydı, giren çıkan herkes bu demire çarpıyordu. Bir an durdu düşündü sonra o koskocaman kapı sürgüsünün demirini kaldırıp yerine koydu ve içeriye girdi. Görüşme yapacağı binaya ilerlerken bahçede bir hortum suyunun kaldırımda boşa aktığını fark etti. Hemen akan hortumu yerden aldı ve sulasın diye bir ağacın dibine bıraktı. Bir adım attıktan sonra kendi, kendine neden yaptığını sordu ama cevap alamadan ilerledi ve bir avluya girdi.

     Duvar dibinde boşu boşuna çalışan bir vantilatör gördü. Gayrı ihtiyarı bir hareketle, vantilatörün düğmesini kapattığını fark etti. Tövbe Bismillah; ona bir şeyler oluyordu ve artık huyu nefsine galip geliyordu. Kendisini iyiden iyiye tuhaf hissetti.

Oradan küçük bir odaya girdi. Ne tarafa gideceğini düşünürken duvarda bir ok işareti olan kâğıt parçasını gördü. Üstünde görüşme salonuna gider yazıyordu. Okun işaret ettiği tarafa giderken kâğıdın ters bir şekilde asılı durduğunu gördü. Kâğıdı düzeltip, görüşme salonuna ilerledi. İçeri girdiğinde ise diğer adaylar oturmuş sessizce sıralarını bekliyorlardı. Oda bir sandalyeye sessice oturdu ve sırasını beklemeye başladı.

    O sıra Salonun ışıklarının açık olduğunu gördü. İyi de gün ışığı yeterince her yeri apaydınlık aydınlatıyordu. Neden ışıkları açık bırakmışlardı. Ya da kapamayı mı unutmuşlardı. Aman bana ne deyip susmak istedi fakat babasının sesini duyar gibi oluyordu “kapatın şu ışıkları” Babasının sesi kulağında sürekli çınlıyordu ve tüm dikkatini dağıtıyordu. Dayanamadı ve hemen gidip ışıkları kapattı ve derin bir oh çekerek yerine geçip oturdu.

      Kapı açıldığında dışarıya çıkan bir hanımefendi delikanlının ismini okuyup onu toplantı salonuna davet etmişti. Heyecanla ayağa kalktı imtihan edileceği görüşme odasına geçti. Büyük bir masanın öbür tarafında oturan kişi eliyle işaret ederek oturmasını ve evraklarını ona uzatmasını istedi. Evrakları alan adam delikanlının diplomalarını inceledikten sonra başını kaldırıp; Evraklarınız muntazam aradığımız özelliklere sahip birisiniz işe ne zaman başlayabilirsiniz diye sordu. Delikanlı çok sevindi ama bu durumun bir tuzak olduğunu düşündü ve hemen cevap vermek istemedi. Bu sözler imtihanın bir parçası olabilirdi ve hemen kabul etmesi hata olabilirdi.

   Lakin soruyu soran adam bir cevap bekliyordu ve delikanlı Ne cevap vereceğini bilemedi.Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı. 

Karşısındaki adam; Beyefendi Neyi düşünüyorsunuz? diye sordu ve hemen akabinde ’’Bakın biz şu ana kadar kimseye soru sormadık. Nedeni ise Adayları cevaplarıyla değil davranışlarıyla değerlendirmek istedik. Adaylardan hiç birisi sizin gibi davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa akan su, vantilatör, ışıkların açık olması ve duvarda ters duran kâğıt hepsi imtihanın birer aşamasıydı. Bu sınavı başarılı bir şeklide geçen sadece siz oldunuz. Yeni işiniz hayırlı olsun.

     Delikanlı çok sevindi ayağa kalktı herkese teşekkür etti ve dışarı çıkarken, babasının disiplinli, nasihat dolu ikazları, uyarıları ve kızması geldi aklına işte tam sırada çok büyük bir pişmanlık duydu. Bugün bu işi kazandıysa o çok kızdığı disiplin kuralları olduğunu anladı. Eve çok mutlu döndü.

     Canlar; Hayatta başarılı olmanın yolu, kaç soru cevapladığımızda değil, Allahın rızasını kazabilmek için disiplin ve çevremize gösterdiğimiz sorumluluktan geçiyor… İnsan, ya disipline girmenin ya da pişmanlığın acısını çekmek zorundadır. Ama disiplinin acısı hafif, başarısı büyük; pişmanlığın ise, sonucu başarısızlık, acısı da ağırdır.

      Evet geldik bir hikayenin sonuna bu bir kıssadır mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük söyledik. Nasibimize düşen nasihati ise İmam-ı Azam hazretlerinin bir sözüyle noktalayalım. İsraf etmede hayır, hayırda israf olmaz. 

Efendim Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola! Sakiye sohbet kalmaz baki; bir sonra ki kıssada görüşmek ümidiyle EYVALLAH…

 

Videolar
Yorumlar
Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

 
30 kez görüntülendi