''Hz Ömer (r.a) ve Roma Elçisi''
Hak dostum hak diyerek başlayalım söze…
İsim isme, cisim cisme, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer demişler. Adaletiyle ve cesaretiyle bilinen Hz. Ömer’in bir güzel sözüyle başlayalım hikayemize.
‘’Beni kimsenin bilmesi önemli değil. Rabb’im bilsin yeter. Kim ne derse desin bana Rabbim kulum desin yeter.’’
Halifeler döneminde, dünyanın büyük bir bölümünü hâkimiyeti altında bulunduran Roma İmparatorluğu’ndan Medine şehrine bir elçi gönderilir. Günler süren yolculuktan sonra Medine’ye yorgun bir şekilde ulaşan elçi, halifenin sarayını bulur.
Eşyasını indirip atını dinlendirmek istiyordur. Zafer üstüne zaferler kazanan, adaleti ile dillere destan olan bu büyük yöneticinin, görkemli bir sarayı olmasını gerektiğini düşünen elçi halka sarayın yerini sorar.
Medine halkı elçiye, “Halifenin dünyalık sarayı yoktur ama çok aydınlık bir gönül sarayı vardır. Her ne kadar adı halife ve emir olarak dünyaya yayılmışsa da o garip bir derviş gibi küçük bir evde oturur” dediler. Daha önce hiç işitmediği sözleri duyan Romalı elçisinin, Hz. Ömer’i görme merakı iyice artmıştır. Atını ve eşyasını bir kenara bırakıp, büyük insanı bir an önce görme sevdasına kapılır.
Onun yabancı olduğunu ve Hazreti Ömer’i aradığını anlayan bir bedevi kadın eliyle bir hurma ağacını göstererek, “İşte şu hurma ağacının altında yatan Hazreti Ömer’dir” der.
Elçi, gösterilen ağaca yaklaştığında heyecandan titremeye başlamıştır. Orada uyuyan kişinin heybetinden etkilenmiş ve gönlü bir hoş olmuştur. Sevgi ve korku gibi birbirine zıt iki duygunun gönlünde belirdiğini hisseder. Şaşkın bir durumdadır. Kendi kendine, “Ben şimdiye kadar nice padişahlar gördüm, sultanların huzuruna çıktım, ama hiçbiri beni, bu ağacın altında yatan sıradan görünümlü adam kadar heyecanlandırmadı” der.
Saygıyla yaklaşarak elini bağlayıp beklemeye başlar. Bir müddet sonra Hazreti Ömer uykudan uyanır ve ayağa kalkar. Elçi Hazreti Ömer’e saygı gösterip, selam verir. Hazreti Ömer elçinin selamını aldıktan sonra Korkudan yüreği çarpan elçiyi yanına çağırarak onu sakinleştirir. Gönlünü alıp neşelendirir. Karşılıklı konuşmaya başladıktan sonra Hazreti Ömer’in içten davranması sohbetlerini koyulaştırır. Hazreti Ömer, dışı yabancı gibi görünen o elçinin içini uyanık ve dost bulmuştur. Onun ruhunun ilahi sırları arzuladığını sezer e sonrasında Elçiye Allah’ın sıfatlarından bahseder.
Sohbet sırasında elçi: “Ey müminlerin emiri! Ruh, yücelikler âleminden yeryüzüne nasıl indi? Sonsuzluklar âleminde özgür iken, ten kafesine neden girdi?” Hazreti Ömer: “Hak ruha efsunlar okudu, kıssalar söyledi, ruh da ilahi emirle büyülendi. Bazı şeyler maddileşince anlam kazanır. Örneğin, yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur. Kandamlaları ceylanın karnında misk kokusuna dönüşür. Ekmek sofrada cansızken, insan vücudunda neşeli bir ruh kesilir.”
Elçi bu cevap karşısında zihnindeki bütün sıkıntılardan kurtulduğunu, ruhunun hafiflediğini hisseder. Asıl olanın ne olduğunu keşfetmiştir. Fakat böyle büyük bir kaynağı bulmuşken bırakmak isteme. Faydalanmak için sormaya devam eder “Duru ve berrak bir su gibi olan ruhun, bulanık bir yer gibi olan cesette hapsedilmesinin hikmeti nedir?”
Hazreti Ömer: “Ses ve sözle ilgisi olmayan manayı neden kelimelerle ifade ediyorsak, neden yazıya döküyorsak, ruh da bu yüzden beden denilen kalıba sokulmuştur.” Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, elçiyi mana kadehinden içki içmiş gibi mest etmiştir. Kendinden geçmiş ve Getirdiği haberi de ne için geldiğini de unutmuştur.
Allah’ın büyüklüğüne, gücüne kuvvetine şaşırıp kalmıştır. Bu makama ulaşınca da elçiliği bırakıp ve mana âleminin padişahı olmuştur.
HAY HAK… Canlar: Bir kıssadır mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük söyledik ve Hazreti Ömer r.a dan nasibimize düşen söz ‘’Tevbe edenlerle oturun, onların kalpleri yumuşak olur.’’
'' Efendim Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola! bir dahaki kıssada görüşmek ümidiyle…