MEDDAH HİKAYESİ

''Üç sual ve bir cevap''

 ÜÇ SUAL VE BİR CEVAP

Meddah: Huzuru hazirun, cemiyeti irfan, laindir, münafıktır, dinsizdir, kafirdir şeytan, şeytanın lainliğine münafıklığına dinsizliğine, Rahmanın Birliğine Eyvallah. Peygamber Efendimiz(S.A.V) ümmetini şöyle uyarmaktadır:

“Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete iletir. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru’ olarak yazılır. Yalandan sakının! Çünkü yalan insanı kötülüğe, kötülük de cehenneme iletir. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında ‘yalancı’ olarak yazılır.”

Efendim şimdi sizlere paylaşacağım hikayede göreceksiniz ki Doğruluk her türlü şartlar altında meyve verir. Bir grup filozof, Mevlana Celaleddin Rumi’ye gelerek birkaç sual sormak istediklerini bildirdiler. Niyetleri bir şeyler öğrenmek değil, Müslümanları dinleri hakkında şüpheye ve fitneye düşürmekti. Mevlana, bu filozof grubunun halini hiç beğenmedi, onları üstadı Şems-i Tebrizi’ye gönderdi. Şems-i Tebrizi mescitte talebelere ders veriyordu. Filozof grup üç sual sormak istediğini belirtti. Şems-i Tebrizi: “Sorun.” dedi. Filozof ilk olarak şunu sordu: “Siz Müslümanlar Allah var dersiniz, ama Allah’ı göstermezsiniz; varsa gösterin, görelim ki inanalım, görmediğimiz bir şeyin varlığına hangi mantıkla inanalım ki?” dedi. Şems-i Tebrizi: “Öbür sorunu da sor!” dedi. Filozof: “Sizler şeytanın ateşten yaratıldığını söylüyor, sonra da onun ahirete cehenneme atılıp ateşle azap edileceğine inanıyorsunuz. Hiç ateş ateşe azap eder, acı verir mi?” diye sordu. Şems-i Tebrizi: “Peki, diğer sorunu da sor!” dedi. Filozof: “Sizler herkes dünyada yaptıklarının cezasını ahirette çekecek, orada mahkeme kurulacak, hesap sorulacak diyorsunuz. Bırakın insanları, nasıl isterlerse öyle özgür yaşasınlar, ne istiyorlarsa yapsınlar; mahkemeye ne gerek var?” dedi. Filozof sorularını tamamlamıştı. Şimdi bunların cevabını istiyordu. Kendine göre cevap verilmeyecek sorular sormuştu. Herkes Şems’e bakıyordu. O ise gayet sakindi. Yerinden kalktı, filozofun yanına geldi ve elindeki kerpici filozofun başına vuruverdi. Filozof “Vah başım” diyerek başına sarıldı. Şems-i Tebrizi çok şiddetli vurmamış olsa da adamın canı yanmış ve başı biraz şişmişti. Filozof hemen dışarı çıktı, başını tutarak o bölgedeki kadı’ya şikâyete gitti. Şems-i Tebrizi’yi kadı’ya şikayet etti. Kadı: “Bu nasıl olur?” diyerek Şems-i Tebrizi’yi mahkemeye çağırttı, durumu sordu. Şems-i Tebrizi: “Ben ona kötülük etmedim, sadece sorduğu sorulara cevap verdim.” dedi. Kadı: “Bu nasıl cevap vermektir. Adam acı içinde kıvranıyor, senden şikayetçidir, işin aslı nedir?” diye sordu. Şems-i Tebrizi şöyle anlattı: “Efendim, bu adam bana Allah varsa göster, göreyim ki inanayım dedi. Ben de ona her şey baş gözü ile gözükmez, işte misali dedim; başına darbe vurup acıttım.

Şimdi bu felsefeci, başındaki acıyı göstersin de görelim. Eğer başında bir acı yoksa niçin beni şikayete geldi? Varsa göstersin!” dedi. Filozof, şaşırarak, “Başımda acı var ama gösteremem” dedi. Şems-i Tebrizi de: “İşte bu acı gibi, Allah da vardır fakat kafa gözüyle görülmez, o ancak akılla bilinir, kalple tanınır, ruhla sevilir, ahirette nurla görülür.” dedi. Şems-i Tebrizi ikinci soruya verdiği yanıtı şöyle açıkladı: “Bu adam, sizler şeytan ateşten yaratıldı, ahirette ateşe atılacak ve ateşle azap görecek diyorsunuz; ateş ateşe ne zarar vermez ki? dedi. Ben de topraktan yaratılan bu insana topraktan yapılmış bir kerpiçle vurdum. Ona bak toprak toprağa nasıl acı veriyor, biraz daha hızlı vursaydım öldürürdü, demek ki ateş ateşe azap eder demek istedim”dedi. Şems-i Tebrizi üçüncü sorunun cevabını şöyle açıkladı: “Bu adam bana bırakın insanları dünyada herkes istediğini yapsın, neden ahirette mahkeme, hesap ve ceza var?” dedi. Ben de onun başına vurmak istedim ve vurdum. O, ne için hemen mahkemeye koştu? Bu dünya da herkes istediğini yaparsa alemi zulüm kaplar. Kendisine zulüm yapılan çok insan var ki zayıftır, zalimden hakkını alamaz. Herkes mahkeme bulamaz. İşte Allah ahirette mahkeme kurup herkese yaptığının hesabını soracak, zalimden mazlumun hakkını alacak, gereken cezayı verecek ve adalet yerini bulacak” Felsefeci bu güzel cevaplar karşısında hayret etti, mahcup oldu söz söyleyemez hale düştü. Kadıya dönüp; “Ben sorduğum soruların cevaplarını şimdi anladım” dedi. Niyetleri bir şeyler öğrenmek değil, insanları şüpheye ve fitneye düşürmek olanlara gelsin bu hikâye…

Efendim: Bu kıssadır bir mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük söyledik ve bu kıssadan gönüllerinize düşen hazineyi unutmak istemiyorsanız sarıp sarmalayıp yüreğinizin bir köşesinde saklayın. Mevlana hazretleri unutkanlık üzerine şöyle güzel söz söylemiş. ‘’Bir an bekle, arkana dön ve unuttuklarını anımsa. Kaybettiysen ara, kırdıysan af dile, kırıldıysan affet: Çünkü hayat çok kısa.’’ (selam verir)

Videolar
Yorumlar
Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

 
83 kez görüntülendi